”Sâdikat” (Sadıklar yolu) Kurucusu Dr. Rashid Haake Kimdir?

İslam sancağını taşıma gibi mukaddes bir kazanıma nail olan Anadolu evliyaları, manevi ve zahiri anlamdaki görevlerini layıkıyla yerine getirmiş ve o sancağı gelecek nesillere ulaştırmıştır. Bu vesileyle de, İslamın ve o şerefli sancağın yeni mihmandarları her dönemde zuhur etmiştir. Etmeye de devam edecektir. Allah'ın (C.C.) nuru kıyamete kadar sönmeyecektir. Öyle ki; yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim (Tevbe-119)'de Allah (C.C.) şöyle buyurmaktadır: ''Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve 'SADIKLARLA' beraber olun.''

Biografi - 24-06-2024 17:58

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) Kurucusu Dr. Rashid Haake Kimdir?

Bu anlamda tüm ömrünü ve hayatını hak yoluna adayan, İslam sancağını taşıma ve taşıtma şerefine mazhar olmuş tüm Allah dostlarına selam olsun.

Bu minvalde: ”Günümüz dünyasında özellikle de batı (AVRUPA) ülkelerinde İslamın sancağını dalgalandırmaya kendini adayan bir Allah dostunu daha tanıyalım.” ‘SADIKLAR YOLU‘ anlamına gelen ‘SADİKAT’ ismiyle yeni bir harita ve yeni bir usül başlatan, tamamen metotsal yöntem ve tekniksel uygulamalarla sürdürülen yepyeni bir tasavvuf yolunu açan, işte o Allah dostu ve içsel yolculuk ile farkındalık oluşturan yeni vizyon haberimizde;

Dr. Rashid İbrahim Haake kimdir, ”Sâdikat” ne demek ve geçmiş yöntemlerle arasındaki fark nedir?

 

”Sâdikat” (Hz. Ebu Bekir Sıddık (R.A)’ın yeni yolu) Kurucusu Mürşidi Kâmil (Manevi öğretmen) Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), 1960 yılında Almanya’nın Bremen şehrinde Hristiyan bir ailede dünyaya geldi.

Ailesi Hristiyan Aleminde önemli bir konuma sahip!

Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’in Anne ve Babası Almanya’da üst düzey eğitim ve kamu görevli-yöneticisidir. Özellikle Ailesinin Hristiyan toplumu nezdinde sevilen ve önemli bir saygınlığı vardır. Çünkü ailesi, Hristiyan camiasında sivil inisiyatif statüsünde toplumsal meselelere duyarlılık anlamında büyük mücadeleler vermek suretiyle, sürdürebilir bağlamdaki önemli projelere imza atmışlardır.

“Tüm bu nedenlerden ötürü Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’nin ailesine Hristiyan camiasında önemli ölçüde değer verilmekte ve toplum nazarında da sevilmektedir.”

Hristiyan yöneticileri arasında, tepki ve tartışmalara sebep olmuştur

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), henüz çok küçük yaşlarda, kendisinde gözle görülebilen açıktan zuhur eden bir takım manevi haller bulunmuş ki, ailesi katılması zorunlu olan, bürokratik ve siyasi kokteyl, balo ve çeşitli toplantılara kendisini götürmek yerine evde yalnız başına bırakmak zorunda kalmıştır. Çünkü o programlara götürdüklerinde Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’de olağanüstü haller oluyor ve o toplumdaki Hristiyan yöneticilerin kendi aralarındaki tartıştığı mesele ve sorunlara yönelik çok yönlü bir bilim/ilimle cevap veriyor, tartışılan konulara çözüm üreterek, Hristiyan yöneticileri hayretler içerisinde bırakıyor ve kafalarının karışmasına sebep olduğu naklediliyor.

Hristiyan Alimleri ve Yöneticilerine yönelik İslami kaynaklar üzerinden tebliğde bulunmuştur

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) ile önceleri katıldıkları programlarda rahat durmayıp toplumdaki Hristiyan yöneticilere yönelik islami-manevi söylemlerde bulunmuş ve Hristiyanlığa hizmet eden yöneticileri ve beraberindekileri, içinde bulundukları ruh haline ilişkin eleştirmiştir. Henüz küçük (6-7-8) yaşlarda olmasına rağmen büyük bir ilmîn, derin ve içselleşmiş bilgilerin gün yüzüne çıkması ve tüm bunlarla birlikte itikâdî konularda büyük farkındalıklar oluşturması, etrafındakileri öfkelendirmiş ve endişeye sevk etmiştir.

Bu sayede kendisindeki özel haller (manevi davranışlar) ile orada bulunan Hristiyanlar arasında tepki-öfkeye neden olsa da aslında kendisine içten içe hayran bırakıyordu. Öyle ki bazıları da içinde bulunduğu kendi ruh halini sorgulamış ve İslâmiyet’i araştırmaya sevk etmiş. Hristiyan yöneticileri bile henüz küçük yaşlarda olmasına rağmen Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’yi dikkatli dinlemeye başlamış ve alışmış oldukları normal yaşantıları kendi nazarlarında anlamsızlaşmıştı ve bu durumu sorgulamışlardır. (Bu vesileyle birçok Hristiyan, İslâm’ı seçerek Müslüman olmuştur.)

“Tıpkı Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.)’in peygamberlik görevine henüz başlamadan önce kendisinde bulunan olağanüstü durum/haller gibi (çevresince güvenilir, emin ve saygınlık gibi) Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’de benzer kader-halleri taşımıştır.’’

“Ailesi, Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’yi cezalandırmak zorunda kalmış!”

Bu nedenlerle ailesi Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’yi söz konusu toplantı ve programlara götürmek yerine oğullarını evde yalnız bırakmak sûretiyle kendi inançlarına göre cezalandırdıklarını düşünerek sözde vicdanını rahatlatmışlardı. Oysa ki Sâdikat (Sadıklar Yolu)’ın kurucu eğitmeni Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’nin bu durum çok işine gelmiştir. Bunun kendisine Allah (C.C.) tarafından fırsat olarak verildiğini düşünen Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) artık yalnız başına olduğundan kendisini manevi anlamda İslami bilgilere yönelik destekleyici, çeşitli ilim tahsisine adamıştır.

Silsile büyüklerinden Hace Abdülhalik Göcdüvani (K.S.A.)’yi yetiştiren Hazreti Hızır (A.S.), Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’yi de eğitip yetiştirmiştir

Kendisini tanıyan İslam alimleri ve ulemaları bu nadir-önemli durumu şöyle açıklamıştır; ”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) gelecekte önemli görevler üstlenecek ve dünya üzerinde İslamiyet adına büyük hizmetler vermek suretiyle, denge sağlayacak bir misyon taşıdığından “Nakşibendiliğin 11 Ana prensibi” diye bilinen ancak, tüzel olarak belki ama toplumlar nezdinde unutulmaya yüz tutmuş ve bu nedenle de uygulanmayan metotlar üzerinde, hassasiyet göstereceği için, kendisini maneviyat aleminden ve özellikle de Hızır Aleyhisselam tarafından eğitilip yetiştirildiğinin kanaatini taşıyoruz. Bu durumun silsile geçmişinde de örneği vardır ki Silsile büyüklerinden Hace Abdülhalik Göcdüvani (K.S.A.)’de aynı uygulama-yöntemle eğitilerek, yetiştirilmiştir.’

Küçük yaşlarında; Kur’an meâli, namaz seccadesi, tesbih, misvak ve İslam alimlerine ait olan bazı kitaplar sipariş etmiş!

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’da ailesinin toplantılara veya çeşitli özel programlara (Almanların her yıl yaptığı Paskalya-DON gibi sözde dini etkinlikler) giderken: ‘oğlum eve geri döndüğümüzde sana ne getirelim, canın ne istiyorsa söyle!’ dediklerinde, Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’de kendilerinden “açıklamalı Kur’an ve meali, namaz seccadesi, tesbih, misvak ve İslam alimlerine ait olan bazı kitaplar…” istemiş, bu siparişlerin alınarak kendisine getirilmesini talep etmiştir. Aile ise bu istekler karşısında büyük kaygı-endişeler taşısa da yerine getirmek zorunda kalmıştır.

İstekte bulunduğu kitaplardan bazıları şöyle:

MÜRŞİD’E EDEP
KARA DAVUT
KALPLERİN KEŞFİ
ŞEYTANIN HİLELERİ
VELİLER VE TARİKATLARDA USÜL…

Hristiyanlıktan İslam dinine geçeceğini ilk ailesine açıkladı:

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) henüz çocuk yaşlarda kendisindeki olağanüstü farklılıklar ile açığa çıkarak kendisini göstermiş, artık bir duruş sergilemek zorunda kalmıştır.

Bu nedenle 5-6 yaşlarında olan Sâdikat (Sadıklar Yolu)’ın kurucusu Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) ailesine yönelmiş, “Hayatının dönüm noktasında olduğunu ve bu noktadan itibaren yaşantısının kendi tasarrufunda bulunmadığını belirterek, İslam dinine geçmeyi ve bundan sonraki yaşantısını da İslamiyet dinine bağ/intisap etmek sûretiyle Müslümanlığa uygun bir hayat sürdürmeyi tercih ettiğini’’beyan etmiştir.

Aile,’Hristiyanlıktan çıkar, islâm dinîne geçersen, seni evlatlıktan reddederiz!’

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’in ailesi artık dayanamamış ve büyük bir tepki göstermiştir; çünkü ailesi Hristiyan aleminde kendi inançlarına göre önemli görevlerde olduğu ve Hristiyan inancında bunun mümkün olmadığını hatta sergilemiş olduğu bu istek/tercihine son vermediği takdirde ’Hristiyanlıktan çıkar, İslâm dînine geçersen seni evlatlıktan reddederiz!’ diyerek kendisini çok sert bir dille uyarmışlardır.

İslâmiyet’i tercih ettiği için evlatlıktan reddedilmiş ve yalnızlığa terkedilmiştir.

Ancak, ”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) bu tercihi ile birlikte İslamiyet’i seçerek kendini Müslümanlığa adama isteğinde ısrarcı davranmış ve İslam’a geçmiştir. Bu nedenle henüz çocuk yaşlarda olmasına rağmen ailesi tarafından “evlatlıktan reddedilmiş” ve tek başına bir hayat yaşamasına yönelik cezalandırılarak, geri kalan hayatında yalnızlığa terkedilmiştir.

Oysaki, Allah (C.C.) Kur’an’da “Haberiniz olsun ki Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacak/olacak değillerdir.”(Yunus:62) şeklinde buyurarak tüm veli-müminleri koruma-güvence altına almıştır.

“Rashid” olan isminin “Raşid İbrahim” olarak değiştirilmesi

Müslümanlığa geçişinden bir müddet sonra bir gece Hazreti İbrahim (A.S.) ile Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V.) ile birlikte rüyasına gelir ve kulağına ezan okurlar, “Rashid” olan mevcut ismini de “Raşid İbrahim” şeklinde seslendirerek değiştirirler. Böylece artık kendisi Rashid olarak değil “Raşid İbrahim” diye anılır-çağrılır.

Kanaat önderleri: ’Kendisinin Allah dostu bir Evliya olduğuna kanaatimiz tam!’

Bu durumu kendisini tanıyan İslam ulemaları şöyle izah etmektedir: ”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) tam bir Peygamber sünnet-varisi gibi davranmaktadır. Öyle ki sergilediği olağanüstü halleri hayatın normal olağan akışına uygun olmayan manevi davranışları vardır. Kalp gözü (basireti/manevi gözler)’nün açık olmasıyla beraber keşfi (Tayy-ı mekân) alemde Seyr-an (aynı anda birden fazla yerde ruhen-bedenen bulunabilen) edebilen ve özellikle etrafında bulunan bazı Nadide (Tıpta çare-tedavisi zor olan ve bâzı dermansız hastalıklar) hastalıklara yönelik Allah (C.C.)’ın yardımıyla tıp-alternatif tıp ile çâre üretebilen biri olduğuna şahit olduğumuzdan dolayı onun Allah (C.C.) tarafından dünya toplumuna özel olarak seçilmiş ve yetiştirilerek gönderildiğini inancımız güçlenmiştir. Tüm bu gelişmeler ışığında kendisinin Allah dostu bir Evliya olduğuna kanaatimiz tam!’ Şeklinde açıklamalarda bulunmuşlardır.

Yüksek lisans ve doktorasını da tamamlamış ve Uzman Klinik Psikolog unvanı kazanmıştır

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) tamamen kendisini ilim sahibi olmak ve bilimsel anlamda geliştirmek amacıyla yapılan faaliyetlere adamıştır. Henüz çok küçük yaşlarda olmasına rağmen önemli ölçüde bir ilme sahip olmuş ve derinleşen İslami ve dini literatürdeki tüm geleneksel ve kültürel değerler sayesinde bilgi ve birikim elde etmiştir. Hatta tüm bu tecrübeler yetmemiş ki, ruhsal iletişime merak sarmış ve bu alanda kendisini geliştirmiştir. Öyle ki ilim tahsisi ve öğretim tahsilini bu yönde tercih etmiş ve bu sayede tüm okullarını derece-başarı ile tamamlayıp nihayetinde Uzman Klinik Psikolog unvanına sahip olmuş ve yüksek lisansı ile birlikte doktorasını da tamamlamıştır.

Tıp literatürü ve kuramlar üzerinden metotsal uygulamalarla, çevresindeki insanlara tıbbi ve içsel-manevi destek vermeye başladı

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) artık uzman klinik psikolog statüsüne erişmiş ve bu imkân/yetki sayesinde hem akademik hem de manevi anlamda çevresindeki insanlara yönelik psikolojik-tıbbi ve içsel yolculuk anlamında ve hiçbir menfi çıkar gözetmeden tamamen “gönüllülük’’ esasına dayalı olarak bedelsiz danışmanlık vermeye başlamıştır. Bu sayede birçok insanın Müslüman olmasına vesile olmuş ve hatta bu yüzden çalıştığı bazı hastane yönetimi tarafından kovulmak suretiyle kendisinin işine son verilmiştir.

Yol haritasını Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ışığında özelliklede 3 Ayet ve 3 Hadisi Şerif riyâsetinde belirlemiştir

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) üzerinde hassasiyet ile durduğu Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ışığında özellikle de 3 Ayet ve 3 Hadis-i Şerif dengesi üzerinde belirlemiştir. Söz konusu bu 3 Ayet-i Kerime ve 3 Hadis-i Şerif bünyesinde tüm yol haritasını çizerek sevenlerine(ihvânına) yol göstererek birlikte yol yürümektedir.

Üç Ayet ve Hadis-i Şerifler şunlar:

-“Ben insanları ve cinleri ancak bana ‘kulluk’ yapsınlar diye yarattım!” Zâriyât Suresi /56

-Ey Mutmain olmuş nefs, Sen O’ndan razı, O da senden hoşnut olarak rabbine dön, Böylece seçilmiş (sadıklar) kullarımın arasına sen de katıl ve Cennetime gir! Fecr Süresi 27,28,29-30

-”Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey-ilim verilmiştir.” İsrâ Suresi /85

-“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası ‘KALP’ dir.” Hadis-i Şerif

-“İlim Çin’de de olsa ‘gidip bulun’ ve alın!” Hadis-i Şerif

-“Allah güzeldir, güzelliği sever.” Hadis-i Şerif

Üç Ayet ve Hadis-i Şerif açıklamaları da şöyledir:

1.Ayet- /Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım!

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr.Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), Zâriyât suresinin 56.Ayetinde (Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) ki sırrın sorumluluğunu üstlenmiş ve sadece kulların değil, tüm varlıkların Allah (C.C.)‘a kulluk yapmasını ve yapabilmesini sağlayacak uygulamaları geliştirmiş ve tüm aleme bu uygulamaların Müslüman’ın aslî görevi gereği, yaşamın olağan akışına uygun şekilde hayata geçmesi ve bunun mutlak sürdürülmesini sağlamıştır.

Tüm mesele ilim-bilim ışığında kulluk vazifesini yerine getirmek amacıyla, gaflette bulunanları uyandırmak ve bilinçlilik hâlini kendilerine aşılamak üzere farkındalık oluşturarak hayata geçirmiştir.

Düşünür bir Alim, bir sözünde; “Bir insanın bedeninden herhangi bir yerini tedavi etmek amacıyla ameliyat edebilmek için o kişiyi bayıltmak (narkoz-anestezi) gerekir, ancak sağlıklı bir insanın akıl-kalbine yönelik manevi-içsel anlamda tedavi yapabilmek için de o kişiyi uyandırmak (gafletten uyandırmak) gerekir” demiştir.

İnsanlar gaflette ve uykudadır. Ancak Müminler bilinçlilik hali üzere uyanıktır ve daima Nörolan (beynin sarmal-sarmaşığı) ağları net olup karmaşık değildir. Bu sebeple Mevlâ hazretleri insanları-cinleri kendisine kulluk etmeleri için lütufta bulunarak imkân tanımış ve bu fırsatı da kendilerine vermiştir.

2.Ayet- /Fecr Süresi 27,28,29-30: ‘’Hayat, ’Mutmainne’ye ulaşabilmek için bir fırsattır.’’

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), Hayat;”Mutmainne’ye ulaşabilmek için bir fırsattır” söyleminin denklemsel bir yöntem ve metot olduğunu vurgulamaktadır.

Bu durumu Fecr sûresinin son ayetlerinden olan; “Ey huzura (Nefs-i Mutmainne) eren nefis! Râzı edici ve râzı edilmiş olarak Rabbine dön! Seçilmiş kullarım arasına gir! Cennetime gir!” hitabını, mü’mine verilmiş çok anlamlı bir fırsat-imkân ve lütuf olarak değerlendirmiştir.

Bu kapsamda Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), “Mutmain makamı bir müminin kendisini nefsin basamaklarından ‘Nefs-i Mutmainne’ye ulaştırarak yaradanın rızâsını kazanması için verilmiş bir lütûftur. Allah (C.C.)’a şükürler olsun. Bize bu imkânı verdiği için hamdolsun.” demiştir.

‘Ruh hastalığı’ diye bir şey yoktur; ‘Kalp sağlığı’ ile ‘Akıl sağlığı’ hastalığı vardır!

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), dünya genelinde bulunan Ruh ve Sinir Hastalıkları hekimleri ve aynı alanda uluslararası makaleleri bulunan bilim insanları tarafından takdir edilmiş ve ödüllendirilmiş. Genel kuram-literatür başta olmak üzere kendi çalışmaları nezdinde de ‘Ruh hastalığı’diye bir şey yoktur; ‘Kalp sağlığı’ ile ‘Akıl sağlığı’ hastalığı vardır!

Bu kanaat-tezini de kendi yaşamı başta olmak üzere muayene ve tedaviye gelen tüm hastalarına entegre ederek meselenin tamamen akıl ve kalp kaidesi-çerçevesinde olduğunu benimsemiştir. Söz konusu bu durumun delilini ayet ve hadislere dayandırarak örneklerle kaynaklandırmıştır.

3.Ayet- /Bir ayeti kerimede de Allah cc.;”Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbim’in bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.

Bu ayetteki izahat ile buyurarak ‘Ruh’ ile ilgili meseleleri derinleştirmek bir kenara Allah (C.C.) kurcalama konusunda bile bizleri uyarmıştır!.. Kurcalamamak üzerine fikir yürütmemek gerekir.

1.Hadis- /Şöyle ki; Hazreti Muhammed (S.A.V.) bir hadisi şerifte, 

’Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası “KALP” dir.

2.Hadis- /İlim Çin’de de olsa, gidip bulun ve alın…

İnsanlık tarihinin ilim-bilim ve hikmet açısından en görkemli dönemi olan İslam medeniyetini anlamanın oldukça önemli bir husus olduğunu söyleyen Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), “7 kıtada İslam medeniyetinin anlamlı ve çok güçlü izleri bulunmaktadır. Her birimiz ilim-bilim için geldik. İlme talip olduk. Hayatımızın tamamını ilim-bilim yolunda tüketmeliyiz. ‘Emr-i bi’l ma’rûf  ve nehy-i anil münker’ her Müslümana yönelik verilen bir görev ve yerine getirmesi gereken ‘farzdır’. Bu kapsamda peygamber efendimiz: ‘İlim Çin’de de olsa gidiniz alınız.’ Diye buyurmuştur. Yani “beşikten mezara kadar ilim” herkese farzdır, bütün Müslümanlara farzdır”. buyurmuştur.

3.Hadis- /Allah güzeldir, güzelliği sever…

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.), ‘’bir ayet bizlere “Allah güzeldir, güzelliği sever.” diye bilgi vermiştir. Her varlıkta mutlak bir güzellik vardır. Japonların Yin Yang felsefesi de böylesi bir mesaj vermiştir. Nitekim Hazreti Muhammed (S.A.V.) Bir yerden geçerken sahabe ile bir köpek cesedine denk gelir ve yanındakiler kokusundan rahatsız olur, Efendimiz ise ‘bakın ne güzel dişleri var’ deyip Allah (C.C.)’ın yarattığı bütüncülde güzelliği görmüş ve günümüze ışık tutarak her şeyde bir güzellik görmemizi sağlaması için bizlere farkındalık oluşturmuştur.” Bilgisini aktarmıştır.

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’nin Mürşidi ile ilk kez karşılaşması ve  sürdürülebilir ilişkisi

Mevlana Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.)‘ün Mürşidi-şeyhi Mürşid-i Kamil Sultan Şeyh Bedir Karahan (Kutb-ül Ektab) (K.S.A.)’ın; Nakşibendi ve diğer tarik kolları ile alakalı icazet makamının ‘Kutb-ül Ektab‘ (Cihan-evrenin manevi anlamdaki iradesini sevk ve idare eden) derecesinde olması münâsebetiyle, dünyanın doğusunda (Türkiye-Türki Cumhuriyetleri-Arap ülkeleri) bizzat kendisi tasarrufta bulunmuş. Evrenin Batısında (Avrupa) ise de, Mevlana Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.)‘ü görevlendirmiştir. Mürşid-i Kamil Sultan Şeyh Bedir Karahan (Kutb-ül Ektab) (K.S.A.), Mevlana Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.)‘ü öncesinde Almanya’nın ‘Berlin‘ şehrine göndermek suretiyle ‘Güneş bir gün batıdan doğacak!‘ Hadisi Şerifinin vukû bulması gayesini amaç edinmiş, murâd eylemiştir.

Kutb-ül Ektab Bedir Karahan(K.S.A.), bu minvalde 1950’li yıllarda Mevlana Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.)’ü Almanya’ya gitmesi

Mürşid-i Kamil Sultan Şeyh Bedir Karahan (Kutb-ül Ektab) (K.S.A.), bu minvalde 1950’li yıllarda Mevlana Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.)’ü Almanya’ya gitmesi için zuhurat aleminde kendisine hikmet ile nazar etmiştir.”

Sultan Bedir Karahan (Kutbul Aktab) K.S., özellikle de; vatan, bayrak, devlet ve millet sevgisi sonsuzdu. Allah için yaratılmışların tümünü severdi. İlim ehliyle sohbetten hoşlanır ve onları bazı konularda; “O bildiğiniz öyle değil, onun hakikati şöyle.” diye düzeltirdi. Sözü yerinde kullanır, gerektiğinde hiç esirgemezdi. ”Yufka yüreklerle yalçın dağlar aşılmaz.” dediği hala hatırımdadır. Öyle ki, devlet erkanından Merhum Adnan Menderes, Merhum Necmettin Erbakan ve Merhum Alpraslan Türkeş gibi hükümet büyükleri kendisini ziyaret etmiş ve dualarından istifade etmiştir.

Almanya’ya gönderilen ve zuhurat aleminde kendisine hikmet ile nazar edilen Mevlana Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.) bu sayede, İslam sancağının tüm Avrupa genelinde dalgalanmasına öncü olmuş ki, yoğun ve samimi bir Müslümanlık yaşantısı üzerinden diğer Türk ve çeşitli Müslüman ülkelerine münhasır olan tarikat camiası ile cemaatlere de kapı açılarak, dergahların ve çeşitli STK’ların kurulmasının önü açılarak, temsilcilik ve şûbelerinin açılmasına vesile olmuştur. İşte bu kutlu-mukaddes yolun başlangıcına imza atanlar arasında bulunan ve bu anlamlı görevini hâlen de sürdüren ”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) ile Mürşidi Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.) ile karşılaşması yine manevi anlamda bir yönlendirmenin vesilesi ile olduğu düşünülmektedir.

Öyle ki, Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’in bir arkadaşı kendisine gelerek Almanya içinde bir yere sohbete gideceğini belirtir ve oraya da “bir evliyanın misafir olarak geleceğinin” bilgisine ulaştığını söyler. O dönemi yaşayanlar bilir ki, Almanların özellikle İslamiyete yönelik ciddi manada antipatisi olduğundan öyle birkaç kişi bir yerde toplanıp sohbet etmesi mümkün değildi. Oysaki, Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’da ‘Evliya’ kelimesini duyar duymaz kalbine bir kıvılcım yüreğine de bir kor ateş sıcaklığı düşer. Hatta o arkadaşı Almanların yaptırımlarından korkar ve son anda gitmekten vazgeçer ancak bu defa da Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) ısrarcı davranarak kendisini ikna eder ve giderek birlikte sohbete katılırlar.

Toplanılan yere gelen o evliya Efendi Baba Hüseyin Gümüş (K.S.A.)’ten başkası değildir. İlk karşılaşma da ‘bir sır zuhûr eder’, Mürşidi Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.) kalabalık bir ortamda bulunmasına rağmen keramet göstermiş ve direk o kalabalık arasında gözlerini direk Mürşidi Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.)’e çevirerek beden dili ile yanına kadar gelmesini işaret eder ve şöyle seslenir; “Râşid efendi, sen benim için yaratılmışsın bende senin için…” Hemen sözlerinin akabinde şöyle devam eder, “buraya da senin için gönderildim!” şeklinde bilgi verir. Oysaki, Mürşidi Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.) ile Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) önceden tanışmamış ve asla birbirlerini görmemişlerdir. Birbirinin henüz adını dahi bilmezken Mürşid-i Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.)’ün isim telaffuz ederek ‘’Râşid efendi’’ diye hitap etmesi oradakilerin hayranlık ve şaşkınlığına neden olmuştur.

Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’ye de zaten tam da o anda bir şeyler olur ve ateşin odunu yaktığı gibi kızarır ve tüm vücudu tıpkı alev alev yanar. Bu durum karşısında soğuk kanlı bir davranış gösteren Mürşidi Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.) hemen Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’ in ellerini tutar ve kendisine sıkıca sarılır. Bir müddet sonra sarılma yerini sesli yapılan halkayı zikir şekline dönüşür ki, yüksek sesle ismi celal (Allah, Allah, Allah) komutu ile zikre başlarlar ve bu zikir birkaç saat öylece sürer.

Öyle ki zikrin bitimin de Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) artık tüm ilmini, bilgisini ve tecrübelerini sanki bir yere emanet bırakmış gibi kendisini boş bir çeyiz sandığı gibi hisseder. Kaldı ki, bu durum artık Mürşid-i Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A.) ile her karşılaşmasında ve son nefesine kadar da böyle sürer. Büyüklerin de dediği gibi, ”Alim’in yanında dilini, Evliya’nın yanında da kalbini tut” düstur-sözünce şeyh-mürşîdine edep üzere saygı ve hürmette hiç kusur işlememiştir.

Mürşidi Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A. – Efendi Baba)’ün Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’yi hicrete (İsviçre) göndermesi

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’in aile baskısı ve ailesini tanıyan siyasi ve bürokrat yetkilerin kendisi üzerinde uyguladıkları Mobbing artık dayanılmayacak bir hal almıştır. Kendisi gibi hekim olan ve bölgesindeki özel bir hastanede sağlık yöneticisi (başhemşire) görevinde bulunan eşi Hacı Kadriye Haake (Hacı anne) hanımefendi ile birlikte İsviçre’nin Basel şehrine hicret etmek suretiyle taşınır ve bundan sonraki hayatını burada devam ettirmek zorunda kalır. Çünkü ailesi kendisini İslam’ı seçtiği için evlatlıktan reddetmiş, akrabaları ve tüm arkadaşları yine aynı tepkiyi göstermiş ve dostane ilişkiler yerini artık kin ve nefrete dönüştürmüştür.

Ancak, Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’in kalbi Allah (C.C.), Resulullah (S.A.V.) ve manevi babası Mürşidi Kâmil Sultan Şeyh Hüseyin Gümüş (K.S.A)’ün aşkı ile atar. Sahabelerden Hz. Musab Bin Umeyr (R.A.)’in yaşadıklarına benzer bir minvalde kendisini, ailesini ve tüm benliğini bu mukaddes yolun bekâsı, refâhı ve huzuruna, huzurunu feda ederek kalan hayatını böyle sürdürmeye devam eder. (Allah C.C. onlardan razı olsun.)

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) sevenleri/ihvanına yönelik Tassavûfî terbiye ile Nakşibendiliğin unutulmaya yüz tutmuş ana prensipleri aşılaması:

Silsile büyüklerinden olan ve Hazreti Hızır Aleyhisselâmın bizzat mana aleminden müdâhale ederek ve eğiterek kendisini yetiştirdiğine inanılan AbdulHalik Göcdüvani (K.S.A.)’nın 8, bir rivayete göre de 7 olan, Nakşibendi yolunun kurucusu Hace-i Muhammed Bahaüddin Şah-ı Nakşibendi (K.S.A.)’nın ise de 3, bir rivayete göre de 4 olan ki, toplamda 11 adet ana prensip bulunan ve bu prensipleri sistemselleştirip, önce kendi ve aileleri üzerinde akabinde sevenleri/ihvanı üzerinden de tüm dünyaya yayılmasını başarmışlardır. Hatta Osmanlı padişahlarının savaş-sefere giderken veya ulusal (milletlerarası) önemli bir karar aldıklarında yanındaki şeyhülislam alimleri aracılığıyla bu tekniksel uygulamaları kullandıkları Türkiye Cumhuriyeti riyasetindeki, ‘Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivleri’nde kayıtlıdır. (Allah C.C. onlardan razı olsun)

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr.Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’nin Tassavufi terbiye ile Nakşibendi yolunun temel uygulamaları olan ve unutulmaya yüz tutmuş bu ‘11 Ana prensipler’i dikkate ve nazara alarak eğitim programları ile bilgilendirmiş ve bu uygulamaları da metotsal tekniklerle hayatlarına entegre etmek suretiyle yaşamlarını bilinçlilik hali üzere bir düzene getirmiştir. Özellikle de ana prensiplerden 4 (dört) prensip uygulamasına yönelik hassasiyet göstermiş ve bu hususta sevenler-ihvanına da ehemmiyet göstermelerine tavsiye etmiştir. Her ne kadar 11 ana prensipleri merkeze almışsa da öncelik verdiği ve hayatın normal olağan akışına uygun olarak kabul gördüğü 4 ana prensibi daha yakından takip etmiş ve sevenleri-ihvanlarına uygulatarak bu sayede hayatlarına nakşetmiştir.

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’in tavsiye ettiği; Huzur, huşu ve motivasyonun kaynağı 11 ana prensiplerden 4 tanesi:

Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’in tavsiye ederek önerdiği Tasavvufi terbiye ile Nakşibendi yolunun temelinde bulunan öncelikli 4 (dört) prensipler sırasıyla şöyledir:

1-Huş-der Dem (Nefes alma teknikleri ile mekanizmasal Allah’ı zikretme)
2-Sefer-der Vatan (Tatilde bulunan turist gibi dünyada turist halini yaşama)
3-Nigah-ı Daşt (Akıl-kalbe gelen olumsuz düşünceleri görme ve yönetme)
4-Halvet-Der Encümen (Kalabalıkta yalnızlık hissetme-hakla olma)’dir.

Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) böylece bu 4 prensipleri metotsal uygulamalar üzerinden sevenleri/ihvanının hayatına entegre ederek farkındalık ile bilinçlilik halini sürdürebilmelerini sağlamıştır.

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Dr. Rashid İbrahim Haake (K.S.A.)’nin Dünya genelinde bulunan bâzı önemli velilerle temas ve ilişkileri

Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) Türkiye’de ve Dünya genelinde bulunan bâzı önemli veli, evliya ve mürşitlerle doğrudan temasta bulunmuş ve onlarla zâhiri ve mânevî ilişkiler kurmuştur.

Kimilerini misafir ederek, kimilerinin bizzat ayağına kadar giderek, kimileri ile de Hac-Umre vazifesi görevini edâ ettiği sıralarda Allah (C.C.)’ın yardımı ile bir araya gelmiştir. “Bir ağacın dallarıyız. Kökümüz de bir gövdemiz de…” sözü-düstûru ile İslam’ın mukaddes yolunda, birlikte gönüllü hizmetler kapsamında bir çok önemli  programlar yapmıştır.

Temasta bulunduğu velilerden bazıları;

Kutb-ul Ula Zekeriya Buhari (K.S.A.)
Kutb-ul Azam Abdullah Habeşi (K.S.A.)
Kutb-ul Aktab Bedir Karahan (K.S.A.)
Mürşidi Kâmil Musa Topbaş (K.S.)
Müceddid Mahmud Ustaosmanoğlu (K.S.)
Şeyh Nazım Hakkan/Kıbrıs-i (K.S.)
Şeyh M. Seyyid Baba Surûcî (K.S.)
Mevlana Mürşid Muzaffer Özak (K.S.)
Sultan Abdullah el Darkav-i (K.S.)
Seyyid Şeyh A. Muhammed El Haznevî (K.S.)
gibi Allah dostları ile temas kurmuş ve birlikte bazı manevi hizmetleri sürdürmüştür. (Allah cennetinde de buluştursun. ÂMİN.)

SÂDİKAT (SADIKLAR YOLU) UYGULAMASI BAŞLAMIŞ, ‘TARİKAT’ UYGULAMASI’DA ARTIK SONA ERMİŞTİR

Yeryüzünde artık ‘Tarikat’ (mukaddes yol) gelenek-uygulaması kalmamıştır. Tarikat (mukaddes yol) gelenek-uygulaması ile alakalı dünyanın bütün coğrafyalarındaki tüm sürdürülebilirliği mâlesef sona ermiş ve işlevselliğini tamamen yitirmiştir.

”Bu duruma sebep olarak, insan hırslarının devreye girmesi ve buna bağlı yanlış uygulamaların baş göstermesi diyebiliriz.”

Bundan böyle tarikat (mukaddes yol)’in kendisi değil, kendi içlerinde bölünmüş ‘lakapsal kitle’veya çeşitli ‘cemaat’ isimleri adı altında varlığını bir şekilde sürdüren gruplar kalmıştır.

 

SÂDİKAT (SADIKLAR YOLU) nedir?

 

”Sâdikat” (Sadıklar yolu), Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) silsilesi riyasetinde tekniksel usul ve yöntemsel olarak yeni bir yol ve yeni bir isim-uygulama olarak başlatılmıştır. İsmini de Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.)’ın kendisinden almakta ki, “Sadakat, Sıddıklık, Yolda Sadık ve Yoldaki Sadık” gibi güven ve huşu ile huzur verici anlam-manalar taşımaktadır.

”Sâdikat (Sadıklar Yolu), tamamen bilimsel kuram, ilim ve metotsal uygulamalara dayalı bir eğitim mekanizması ve hayatın olağan akışına uygun bir şekilde İslam medeniyetini hayata entegre edilebilecek bir yaşam biçimini üstlenmiştir.”

Öyle ki, Allah cc. Kur’an da: ‘Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten korkun-sakının ve “sadıklarla” beraber olun.’ Şeklinde buyurarak, insanlar içinde sadece “iman edenlere’’ yönelik uyarı ve bilgilendirme ile yönlendirmektedir. Yani her iman ehli ve iman edecek insan “Sadıklar” la beraber olmalıdır. Bu Allah (C.C.)’ın farz-em

‘Sadıklık’ ne demek, anlamı ve manası nedir?

Sadıklık önemli bir meseledir ve manası da çok derindir. Sadıklılığın Allah (C.C.) nazarında ve mana aleminde özel-önemli bir ayrıcalığı vardır. Şöyle ki, sadıklık genelde Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) efendimiz ile ölçülendirerek bizlere örnek gösterilir ki, bu örnekleme de en doğru olanıdır. Mesela yeryüzünde başka hiçbir insana ‘’EKBER’’diye manen lakap-isim verilmemiştir. Oysaki Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) efendimize bu anlamda ‘’EKBER’’ ismi (SIDDIK-I EKBER) lakap-isim verilerek kendisi yeryüzünde de mana aleminde de izzetle şereflendirilmiştir. Peki ezanlarımızda ’’ALLAH-U EKBER’’ diye söylerken ve sadece Allah (C.C.)’a ait olduğunu bildiğimiz böylesi yüce ve mukaddes bir hitap neden bir insana verildi?

Bu konuya, ”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) şöyle ışık tutarak aydınlatıyor; biz ezan okurken veya zikr ile Allah (c.c)’ı tesbih ederken dile getirerek söylediğimiz ’’ALLAH-U EKBER’’ hitap/nidası dünyadaki tüm toplumlarda aslında doğru bilinmemektedir. Şöyleki,’’ALLAH-U EKBER, ALLAH-U EKBER’’ hitap-nidası ’’ALLAH BÜYÜK-BİR-YÜCEDİR, ALLAH BÜYÜK-ULU-YÜCEDİR’’ şeklindeki mana-anlam ile bilinmektedir. Oysaki bu bilinen ’’ALLAH BÜYÜK-BİR-YÜCEDİR, ALLAH BÜYÜK-ULU-YÜCEDİR’’ şeklindeki mana-anlam, ululuk ve yücelik mana-anlamını değil de ’’ÖNCE’’ mana-anlamını taşımaktadır. Yani meseleyi biraz daha derinleştirmek gerekirse şöyle, tüm inananları namaza davet etmek için ezan okunurken ’’ALLAH-U EKBER, ALLAH-U EKBER’’ hitap-nidası ile ’’ALLAH BÜYÜK-BİR-YÜCEDİR, ALLAH BÜYÜK-ULU-YÜCEDİR’’ şeklinde değil de aslında ’’ALLAH ÖNCE, ALLAH ÖNCE’’ şeklinde demek istiyoruz. Zikir ve tesbihatlarımızda da bu böyledir. Biz, ’’ALLAH-U EKBER, ALLAH-U EKBER’’ hitap-nidâsı ile aslında ’’ALLAH ÖNCE, ALLAH ÖNCE’’ şeklindeki mânâ-anlamını taşıyoruz. Namaza davet ederken ezanla, tüm evrene, dünyaya ve tüm topluluklara Allah (c.c)’ın her şeyden önce olduğunu ve meşguliyetlerini hemen bir kenara bırakmalarını gerektiğini ve Allah (c.c)’ın her şeyden önce olması gerçeğini hatırlatıyoruz. Aklen düşünenler de bilir ki, mantık-doğrusu da budur. Zaten birçok ayette Namazın önemi ve tüm fenalıklardan koruduğunu ve şüphesiz her şeyden önce geldiğinin bilgisi bize söylenir ve uyarılırız.

Tüm bu nedenlerden ötürü genel hayatın tümünde Allah (C.C.)’ın her tüm masivadan önceliği olduğunun farkındalığını bilinç altındaki nörolan sarmal-ağlara işliyor-gönderiyoruz. Bunun sebebi de unutmamaktır. İnsanoğlu doğası gereği unutmaya meyil eden bir varlık olarak yaratılmıştır. Şeytan-nefsin çok kolaylıkla düşüncelerimize müdahale edebildiği bu alanda Allah (C.C.)’ın her şeyden önce geleceğini bir-her an bile unutmadan-hatırlamak ve daima bilinç altına gönderilmiş bilgi-varlığı gün yüzüne çıkarmak suretiyle gerçekle yüzleşmeliyiz.

Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.)’a ‘’EKBER’’ ismi (SIDDIK-I EKBERneden verildi?

Şimdi gelelim o güzel insan ve o şerefli sadık dosta! Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) efendimize ‘’EKBER’’ ismi (SIDDIK-I EKBER) ile neden şereflendirilmiştir. Neden kendisine sadece Allah (C.C.)’a (haşa)ait olan bir sıfat yüklüyoruz. Kendisini neden ’EKBER’’ ismi (SIDDIK-I EKBER) ile çağırıyor-anıyoruz?

Çünkü, Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) efendimiz ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER) tüm sahabelerden ‘ÖNCE’ gelir. Öyle ki ilk iman eden ve ilk efendimize tabi olan ve onun için ‘o ne diyorsa doğrudur’ diyendir. Tüm malını mülkünü ve sahip olduğu tüm kişilik haklarını elinin tersi ile islam ve peygamberimiz için tereddütsüz bir kenara atmak sûretiyle iten kişinin adıdır Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER). Kendisi ile ilgili Allah (C.C.) tarafından izzetle şereflendirilen ayet de vardır. Mağarada, savaşlar ve her mücadelede peygamberimizin yanında ve hatta önünde duran kişinin adıdır Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER). Kızını O’nunla evlendiren ve diğer sahip olduğu varlığını, mülklerini feda eden kişinin adıdır Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER).

Hazreti Ali (R.A.) efendimiz (bir rivayete göre Hazreti Ömer r.a.) ile yan yana bir kapıdan içeri girerlerken, Hazreti Ali (R.A.) efendimiz kendisine aman efendim önden buyurun siz daha önemlisiniz demişse de, Hazreti Ebu Bekir Sıddık;(R.A.) ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER)’de olmaz önden sen girmelisin çünkü sen efendimin amcaoğlu’sun demiş. Bu duruş karşısında Hazreti Ali (R.A.) efendimiz pes etmemiş ve efendim ama sizde mağarada birlikte oldunuz ve nûr cemal-i gördünüz dese de, Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER)’da olmaz önden sen girmelisin çünkü sen efendimin damadı, Fatıma’nın da eşisin demiş. Karşılıklı bu onore etme-güzel atışma (bizlere örnek davranışlar) rivayetlere göre bir saat kadar sürmüş ki, nihayetinde ilmin kapısı o güzel insan Hazreti Ali (R.A.) efendimiz şöyle bir durur, bir derin nefes alır ve tebessüm ederek Hazreti Ebû Bekir Sıddık (R.A.) ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER)’e şöyle der; ama sen de ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER)’sin… İşte o zaman bu onore etme-güzel atışma sona erer ve Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER) o kapıdan ‘ÖNCE’ girer ve görenler-duyanlar artık bilir ki, Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) ‘’EKBER’’ (SIDDIK-I EKBER) herkesten ve her şeyden önce gelir.

İşte bizler de bu sayede ve bu mana-anlam ile Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.)’e ‘’SIDDIK-I EKBER’’ (SAHABELERİN ÖNCESİ-HER ŞEYDEN ÖNCE) diyoruz ve demeye de devam etmeliyiz. Tüm bu sebeplerle bizler de ayette buyrulduğu gibi Sadıklarla beraber olmalıyız ki, Sadıklık ölçüsünü de yine Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.)’tan ‘(SIDDIK-I EKBER) alınarak günümüze dek tertemiz bir şekilde getirilmiştir. İşte bu sebeptendir ki yeni yolumuzun adı SÂDİKAT (SADIKLAR YOLU) dır. Sadikat (Sadıklar yolu)bu kutlu-mukaddes mirasın devamı ancak, tertemiz-pak olan yeni bir kimlik ve yeni bir oluşumudur.

Sadikat (Sadıklar yolu)’ın ölçüsü-kaynağı Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerdir

”Sâdikat” (Sadıklar yolu)’ın ölçüsü ve kaynağı; tamamen Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerden oluşan ve özellikle de maneviyat iklimindeki mevcut iletişim araçlarını kullanmak suretiyle içsel yolculuk ile dünya hayatındaki yaşamı birbirine bağlayan yeni bir yol ve yeni bir yaşam biçimidir.

Ahir zaman dediğimiz bu zaman içerisinde toplumsal ve coğrâfî anlamda yaşanan tüm felaketler, huzursuzluklar, üzüntüler ve kaygılar beraberinde endişeler yerini huzurlu, dingin ve içselleştirilmiş bir yaşam kaynağına dönüştürerek kalan ömrü huşû içerisinde geçirerek Allah (C.C.)’ın takdir ettiği ölçü çerçevesinde yaşam kalitesini sürdürmeye aracı olan, tekniksel uygulamadır.

”Sâdikat” (Sadıklar yolu) günlük yaşantımızda İslam ölçüsüne uygun bir şekilde davranmak, eş, dost ve akrabalara iyi davranmak özelliklede ticari ve çeşitli alışverişlerde kul hakkına riayet ederek günü bitirmeyi dengeler. Nitekim tüm bu dengeler sayesinde derviş-ihvanlar Allah (C.C.)’ı zikr-anmak ve emirlerini böylece yerine getirir. Nitekim Bedir Efendi zaman ahir zamanıdır. Mürşid bir yerde oturup artık mürit beklemesi yanlış ki bunun zamanı da değildir. Çünkü zaman (Ahir-zaman) çok yakındır. Mümkün olduğunca saha-sokaklara dağılarak ve topluma karışarak hayatın normal olağan akışına uygun olarak hareket etmek ve etrafındaki gaflet uykusunda olan Müslümanlara tebliğde bulunmak gerekir. Bu tebliği yapabilmek ve İslam’ın vecibelerine ilişkin davet edeceğimiz yaşam biçimine uygun bir hayat sürmemizle mümkün. “Elinde sigara olan bir kişi sigaranın zararlarını anlatamaz!” Demezler mi önce adam ol da sen bırak diye! Dini terimleri kullanmak suretiyle topluma sesli davet etmek yerine örnek yaşantımız ile insanlara örnek olmamız gerekir.

Tüm bu nedenle tebliğ ve davet önce kendimizden başlamalı ve söz konusu İslam’a uygun olan yaşam biçimini önce kendimize entegre etmeliyiz ki, toplumda söz sahipliği-saygınlık ile etki-tesirimiz olsun.

Sadikat (Sadıklar yolu)’ın günlük kısaca görev şeması

”Sâdikat” (Sadıklar yolu)’ın; “Ders-görev tertibatı şekil-yöntem ile günlük yaşamda sayısal olarak belli adetlerde, tevbe istiğfar (Estağfirullah-elazim), ismi celal (Allah,Allah,Allah), kelimeyi tevhit (Lâilaheillallah) ve çeşitli zikir telkinleri üzerinden salavat tesbihatları ile Allah (C.C.) ile manevi anlamda bilinçlilik hali ile iletişimi koparmadan bulunmayı sağlar.” Diğer taraftan aynı anda eş zamanlı olarak da 11 Ana prensip metotların içindeki 4 prensibin tekniksel uygulamasını hayatın normal olağan akışına uygun bir şekilde kullanarak huşu-huzur içinde günü Allah (C.C.)’ın bizden istediği yaşam biçimi ile tamamlamayı sağlar.

‘SÂDİKAT’ ile ‘TARİKAT’ Arasındaki fark!

‘SÂDİKAT’ ile ‘TARİKAT’ arasında ki aslında hiçbir fark yoktur. İki uygulama da Hazreti Ebu Bekir Sıddık (R.A.) tarafından başlatılarak günümüze dek devam eden metotsal ve tekniksel uygulamalardır. Hayatın kendi içine yönelik entegre edilmek suretiyle insan yaşamına İslam dininin takdir ettiği ölçüsündeki koşullara uygun bir biçimde yaşamı sürdürmeye vesile olan tercihsel bir yaşam biçimidir. Ancak, Tarîkat (mukaddes yol), günümüz koşullarına bağlı ve konjonktürler gereği toplumsal ve kitlesel dengeleri korumak adına gaye-emellere alet edilmiş, bu nedenle, kutsal-mukaddes olan ismi de zihinlerde bulandırılmıştır.

Tüm bu sebeplerden dolayı dünyanın hemen hemen tüm coğrafyalarında insanlar, topluluklar, gruplar ve aileler kutsal-mukaddes olan bu ismi (TARİKAT) günümüzdeki gelişmeler nezdinde oluşan olumsuz algıdan dolayı, dillendirmeye ve içinde bulunmaya korkmuş ve artık uzaklaşarak etrafını da bu tutum ve davranışı sergilemeleri için imtinâ etmiştir. Tarikat nefsi terbiye eden uygulamaları varken, insanlar kutsal-mukaddes olan bu varlığı nefsi ve menfi çıkarlarına göre kullanmak suretiyle diğer insanların nazarında kıymetini yitirmesine sebep olmuştur. Ne yazık ki kutsal/mukaddes olan bu yol (TARİKAT) artık insanlar ve toplumlar nezdinde değerini ve kıymetini yitirmiş ki artık kötü tanımlama ile anılmaktadır.

Kâr amacı gütmeyen gibi görünseler de gelir elde eden STK’ları yöneten holding şirketleri:

İlgili cemaat/grupları “iktisadi teşekkül” (ticari işletme) adı altında kâr amacı gütmeyen, çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen gibi görünseler de gelir elde etmek amacıyla kurulmuş olan bir takım birlik-vakıf ve dernekler üzerinden yönetilen holdingler-şirketler vardır. Kaldı ki bu şirketleri yöneten sözde manevi önder/liderlerin de olağanüstü lüks ve şaşalı hayat yaşantıları bulunmaktadır. Kendi yaşamına münhasır elde ettiği kar (gelir) üzerinden mevcut lüks yaşantılarını halen devam ettiren ve ayakta durabilmek için söz konusu haksız kazanç ile elde edilen gelirin düzenli olarak ticari döngüsünü devam ettirmektedirler. Böylece günümüz dünyasında varlığını sürdüren cemaat/gruplarının neredeyse tamamı gelir elde etmek amacıyla gayret göstererek mücadele vermektedirler.

Bugünün tarikat kolları (büyük bir çoğunluğu) manevi ölçüde ve çizgide değillerdir

Ancak, tarikat (mukaddes yol)’ın ana sermâyesi ise “gönüllü hizmet” esasına dayalı olduğundan ilgili sistematik mekanizma ile çelişmektedir. Tüm bu nedenlerle konjonktürel olarak günümüz koşullarında varlığını sürdürmek zorunda olan gruplar/cemaatler mâneviyat aleminin beklediği ölçüde ve tarikat (mukaddes yol) erkan ve adabının çizgisinde değillerdir.

İşlevsellik şeması tamamen gelir elde etmek ve o gelirin büyük pasta/payesini de kendi bünyesinde kullanmak üzere dizayn etmişlerdir.

Allah dostlarının bıraktığı mukaddes yol-mirası çocukları, torunları veya damatları ‘sözde’ taşıyor

Ancak, bu gruplar/cemaatler önceden doğru istikamet ile tarikat (mukaddes yol) bünyesinde düzenli bir sistem üzerinden toplumsal meselelere ilişkin duyarlılık gösteren, farkındalık adına gayretle, gönüllü hizmetler veren Allah dostlarının da başında bulunduğu sistematik bir mekanizma ile toplumsal ve kitlesel olarak büyük hizmetler vermiş ve dünyadaki hemen hemen tüm coğrafyalarda etkinliklerini sürdürmüşlerdir. (Allah C.C. hepsinden razı olsun.)

Fakat 2000’li yıllara gelindiğinde ve devamında bu Allah dostları bir bir görevlerini hakkıyla yerine getirmiş ve üstlenmiş oldukları sorumluluğun yetkilerini kullanmak sûretiyle gönüllü hizmetlerini başarı ile tamamlamıştır. Dolayısıyla bugüne bakıldığında, ilgili Allah dostlarının bıraktığı misyonu çocukları, torunları veya damatları ‘sözde‘ taşıyor. Ne hazindir ki mukaddes miraslar yarınlarımızın teminatı olan yeni nesil çocuklarımıza kötü örnek olmuş, ancak mukaddes yolun liderliğini liyakat (müsadeli) olan ehli yerine söz konusu kişiler tarafından işgal edilerek yıpratılmış ve dejenere edilmiştir. Bu sebeple de tüm toplumlar nezdinde kötü anılmış ve uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır. (Allah C.C. hepsini hidayetle ıslah etsin. AMİN.)

Ancak, birinci-ikinci derece çember-yakınında bulunarak Mürşidinin huzur-rahatlığı için “gönüllü” olarak hizmetine kendilerini adamış derviş-ihvanlar meselenin dışındadır. “Bal tutan parmağını yalar” düsturu ile onlar da Mürşidlerinin kazanım-maneviyatından faydalanarak nasiplenmişlerdir. (Allah C.C. o derviş-ihvanlardan razı olsun. AMİN.)

“Mehdi gelecek ve bizi kurtaracak. Allah cc. da nûrunu böylece tamamlayacak…” diyenler, kolaya kaçıp gününü kurtarmaya çalışıyorlar

Allah dostlarının başlattığı veya sürdürdüğü tarikat (mukaddes yol) makamın da yeni lider sıfatıyla oturmak sûretiyle de yetkilerini etrafındaki tertemiz niyetli ve samimiyetle hizmet verenlere yönelik lider/önderlik yapmaktalar. İşte tam da buradaki duruşun adı ‘manevi makam’ değil, keyfi tercih ve uygulamalar üzerinden başlatılan misyona ait yolda, kendi arzuları ve kendilerine ait kriterlerle hareket etmektir. Günümüze dek de böyle gelmiş ve ne yazık ki halende böyle devam etmektedir.

Ayrıca, her alim, ulema veya bilgin bilir ki, Allah cc. Nûrunu tamamlayacaktır. Ancak, Ahir zaman dediğimiz bu zamanlar da Allah (C.C.)’ın nurunu tamamlayabilecek şekli, şeması veya sistemi toplumlar arasında henüz bilinmemektedir!..

Sorulduğunda ise, her bir cemaat/grubun verdiği cevap hemen hemen maalesef aynıdır. Şöyle ki; “Mehdi gelecek ve bizi kurtaracak. Allah C.C. da nûrunu böylece tamamlayacak…!” şeklindedir.

Oysa ki mücadeleci toplumlar veya gönüllü hizmet erleri de şunu çok iyi bilir ki, cefasız vefa, gayretsiz himmet/medet asla olmaz!

Ayrıca, toplum içine karışarak bir hayat sürmemiz gerekiyor. Aksi taktirde belli bir adreste oturup beklemek en kolayı ve en rahatıdır. Oysaki Allah (C.C.), “huzur-rahatlığı cennete koydum” diyor! Hazıra konulmaz. Taşın altına elini ve dair gövdesini koymadan bu kutlu ve mukaddes (TARİKAT) yolda yürünmez. Kaldı ki yol (tarikat-mukaddes yol)’da yürümek bir kenara, bir de sözde yolun kurucusu, önderi ve lideri gibi hareket ederek, etrafında kendisine inanmış ve samimi niyetle gönüllü hizmet verenlere yönelik ‘patron-ağalık sistemi’ gibi davranarak kul/yetim hakkına girmek sûretiyle önemli gelirler temin ederek, günlük geçimini sağlamak asla doğru değil!..

“Oysa ki, Allah dostları tarikat (mukaddes yol) ve kutsal davasına hizmet verirken kâr amacı gütmemiş, aksine evindeki bulunan son bir tas çorba ile cebindeki son birkaç akçesini dahi tereddütsüz feda etmişlerdir.” (Allah C.C. onlardan razı olsun)

Günümüz Tarikat kolları ve yöneticilerinin yaşam tarzı ve felsefesi:

Tarikat (mukaddes yol), lüks araçlara binerek, etrafında onlarca hazır kıta korumalarla dolaşan, emekçi işçilerin askeri ücretle bile alamayacağı üzerindeki elbiselerle, her gün iki üç paket sigara tüketen ve bir iş yerinde sigortalı çalışan bile olmadan ve alın teri dökmeden, helal kazanç sağlamayan kişi ve kişiler tarafından yönetiliyor. Sözde tarikat (mukaddes yol) kolları ancak cemaat/gruplardan oluşan topluluk önderlerinin yaşantısı ile İslam hukuku (ölçüsü) ile çelişmektedir.

Tüm bu haksız kazanımlar üzerinden bir de üstüne üstlük tüm hayatını yamalı bir entâri, eski hasır bir yatak ve gününü birkaç hurma ile geçirmek zorunda kalan Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.)’in hayatından, yaşamından örnekler vererek etrafına sözde nasihatte bulunmaktalar. Sohbet bitiminde ise tekrar o şaşalı ve baş döndüren olağanüstü yaşamlarına da yine geri dönmekteler. Tarikat (mukaddes yol) bu olmaz. Olamaz. Olmayacak da!

Üzülerek kaygı ile gözlemliyoruz ki, Bu kişiler kendilerine Gavsul Azam, Kutub ve 100 yılda bir gönderilen (Kâinatın yöneticisi) Müceddid! Makamı gibi kutsal (mukaddes) ün-titir gibi kazanımları kendilerine ne yazık ki atfetmekteler.

Tüm bunlar yetmemiş gibi bir de; Birbirilerine yönelik çeşitli ithamlarla, dinsizlik ve yoldan çıkmışlıkla suçluyorlar!..

Her ne kadar 12 Tarikat ve dair buna bağlı kolların ayrık yönetim-yöntemi var ise de bunların içerisinden sadece bir tanesinin dahi kendi içindeki kollar arasında bile ihtilafa düşmeleri, birbirlerine çok kötü sözler ve ithamlar da bulunmaları mukaddes olan bu yollar (Tarikat)’a zarar vermiş, sergiledikleri bu tutum ve davranışların sonucunda mânevî büyüklerimizin zor olan uygulama ve vecibelerini 1400 yıldır özenle, gayretle ve fedakarlık ve cefakarlıkla sürdürülerek bizlere dek getirilen ‘Tarikat’ gibi mukaddes bir kelimeyi artık kirletmişlerdir. Şeytanı unutup birbirlerini taşlamışlar ve hâlen bu acımasızca tutum ve davranışlarını devam ettirmektedirler.

Tarikat ismini ve dinamik yapısını tahribat ederek yok ettiler!

Tarikat usûlü ve tasavvuf geleneğini suistimal ederek menfi çıkarlarına kullanarak terimsel dinamikliğini ve tekniksel temel yapısını tahribat ederek yok ettiler.

Tarikat ve tasavvuf geleneğini manevî ve dinamik yapısından çıkarıp ata-dedelerinden kalma bölgesel, geleneksel, örf ve adetleri ile karıştırıp tahribatı gün geçtikçe daha da içinden çıkılamayacak duruma getirmek suretiyle günümüzdeki ‘bitik’ haline getirmişler ve toplumların nefretle bakmalarına ve bu nedenle de uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır ne yazık ki!..

“Emr-i bi-l ma’rûf nehy-i ani’l-münker” farzdır ancak, kitlesel karşıtlık ve konjonktürel nedenlerden ötürü açıklanması gereken gerçekler yarım kalıyor!

Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşibendi (K.S.A.), Müceddid-i İmam-ı Rabbani (K.S.A.), Gavs-ul Azam Seyyid Abdülkadir-i Geylani (K.S.A.) Seyyid Ahmet er-Rufai (K.S.A.), Ebû’l Hasan eş-Şâzelî (K.S.A.) ve Şeyh Ebû Abdullah Sirac’ed-Dîn Ömer bin Ekmel’ud-Dîn-i Lahicî Halveti (K.S.A.) gibi büyük Alim-ulemalar nasıl ki bir farklılık ile gelip yenilikçi bir biçimde yeni bir yol haritası oluşturmuşlarsa, Sâdikat (Sadıklar Yolu)’ın kurucu eğitmeni Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.) de işte tamda böyle bir rol-görev üstlenmiştir. Kaldı ki o dönemlerde de kurdukları dengeleri bozulacak endişesi ile karşı çıkanlar, itirazlar edenler ve kabul etmeyenler olmuş. Aynı endişe ile bugün de itiraz edenler, kabul etmeyenler ve karşı çıkanlar olacak, belki yarın da…

”Zaten tüm alim-ulemalar bilir ki bu uygulama da bir peygamber sünnetidir.”

Tıpkı Hazreti Resulullah efendimiz (S.A.V.)’in fetret dönemi ve öncesi yaşananların üzerine getirdiği farkındalık ve yenilikçi tertibat-uygulamalar ile tüm insanlığa rahmet olması gibi. Usul ve yöntem böyle olmasaydı eğer az önce sıraladığımız büyük alim-ulemalar da “yeni bir kimlik ve yeni bir yol haritası getirdik” demezler-diyemezlerdi.

Burada önemli olan tebliğin içindeki mesaj ve iletilenlerin kamuoyu-muhatabına ulaşmasıdır. Gayret-hizmet bizden, takdir-nasip Allah (C.C.)’tan dır.

Şimdi bu iki yaşantının arasındaki farkın ölçüsünü ve birbirinden ayrımını da kamuoyu vicdanına bırakarak “iyiler iyi atlara binip gittiler’ sözünü yineleyerek, meseleyi sonlandırarak konuyu maalesef kapatıyoruz.

Evrensel sorumluluk ve yükümlülük niteliği bulunan bu konu hakkında, ulusal ve uluslararası siyasal arena ile coğrâfî ve bölgesel alandaki politik mecrada uydurulmuş (tutturulmuş) dengelerin yerinden oynaması, tehditler ile olası ayaklanmalar ve tehlikeli durumlara mahal vermemek üzere önleyici tedbirler kapsamında meseleyi uzatmıyoruz.

Ancak “Emr-i bi-l ma’rûf nehy-i ani’l-münker” farziyet’i gereği sadece tebliğ etme sorumluluğuna münhasır açıklamayı bu haliyle kamuoyunun önce vicdanı takdirine akabinde de tercihine bırakıyoruz.

Zaten hali hazırdaki düzenle gerçek usul ve yöntemler suistimal edilerek yıpratılmamış olsaydı ve buna bağlı Tarikat geleneğinin kurumsal kimliğine de zarar gelmeseydi eğer topluluklar, Tarikat ismini duyunca ürkmez ve kaygı-endişe ile uzaklaşmaz ve her şey güllük gülistanlık olurdu. Yeni bir yol, yeni bir kimlik ve yeni bir isme de ihtiyaç olmazdı.

Peygamber efendimiz hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V.) ile başlayan ve ”Sâdikat” (Sadıklar yolu) kurucusu Mürşidi Kâmil Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Klinik Psikolog Dr. Râshid İbrahim Haake (K.S.A.)’ye kadar gelen silsile isimleri sırasıyla şöyledir:

1 – Hazret-i Muhammed Mustafâ (sallâllâhu aleyhi ve sellem)

2 – Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallâhu anh)

3 – Selmân-ı Fârisî (radıyallâhu anh)

4 – Kâsım Bin Muhammed (rahmetullâhi aleyh)

5 – Câfer-i Sâdık (rahmetullâhi aleyh)

6 – Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullâhi aleyh)

7 – Ebû’l-Hasan Harakānî (rahmetullâhi aleyh)

8 – Ebû Ali Fârmedî (rahmetullâhi aleyh)

9 – Yûsuf Hemedânî (rahmetullâhi aleyh)

10 – Ebu-l Abbas Hz. Hızır (aleyihisselam)

11– Abdülhâlık Gucdüvânî (rahmetullâhi aleyh)

12 – Muhammed Ârif Rîvgerî (rahmetullâhi aleyh)

13 – Mahmûd Encîrfağnevî (rahmetullâhi aleyh)

14 – Ali Râmîtenî (rahmetullâhi aleyh)

15 – Muhammed Baba Semmâsî (rahmetullâhi aleyh)

16 – Seyyid Emîr Külâl (rahmetullâhi aleyh)

17 – Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (rahmetullâhi aleyh)

18 – Alâüddîn Attâr (rahmetullâhi aleyh)

19 – Yâkub-el Çerhî (rahmetullâhi aleyh)

20 – Ubeydullah-el Ahrâr (rahmetullâhi aleyh)

21 – Muhammed Ez-Zâhid (rahmetullâhi aleyh)

22 – Derviş Muhammed İmkenegî (rahmetullâhi aleyh)

23 – Hâcegî Muhammed Semerkandi (rahmetullâhi aleyh)

24 – Muhammed El-Bâkī Billâh (rahmetullâhi aleyh)

25 – İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

26 – Muhammed Mâsûm Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

27 – Muhammed Seyfüddîn Serhendî (rahmetullâhi aleyh)

28 – Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullâhi aleyh)

29 – Mirzâ Mazhar Cân-ı Cânân (rahmetullâhi aleyh)

30 – Abdullah Dehlevî (rahmetullâhi aleyh)

31 – Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahmetullâhi aleyh)

32 – Mevlânâ Osman Siraceddin (rahmetullâhi aleyh)

33 – Mevlânâ Şeyh Ömer Ziyaüddin (rahmetullâhi aleyh)

34 – Mevlânâ Muhammed Necmeddin-i Kübra (rahmetullâhi aleyh)

35 – Şeyh Baki Hocaefendi (rahmetullâhi aleyh)

36 – Kutb-ul Aktab Şeyh Bedir Karahan (rahmetullâhi aleyh)

37 – Mevlânâ Şeyh Mürşid Hüseyin Gümüş (rahmetullâhi aleyh)

38 – Şeyh Mürşid Rashid İbrahim Haake (rahmetullâhi aleyh)

Günün Diğer Haberleri