Habertürk'ten Aytekin Teker'in röportajından kısa bir kesit ...

'Oğlum' dizisinden gelen teklifi kabul etmenizdeki etkenler nelerdi? 'Perma Canan'da sizi ne etkiledi?

Hayat biz plan yaparken başımıza gelenlermiş. (Gülüyor) Ben bu sezon için başka bir dizi için anlaşmıştım aslında. Bir aksilik oldu ve önümüzdeki sezona kaldı, ertelendi dizi. Benim de şansım Ay Yapım’ın 'Oğlum' dizisiyle döndü. Ay Yapım’ın işlerini hep sevdim. Şanslıyım, çünkü güçlü bir senaryo, güçlü ve yetenekli oyuncularla çok iyi tasarlanmış ve yönetilmiş bir projenin içinde buluverdim kendimi. En çok da 'Perma Canan’ın özgür ruhlu, sıkıntıya gelemeyen, başına buyruk, norm dışı ilginç karakter olması projeyi kabul etmemde büyük etken oldu diyebilirim. Rolü çok sevdim.

Canlandırdığınız rolle gerçek karakterinizin uyuştuğu noktalar var mı?

Genel anlamda yok ama özgür ruhlu olma noktasında birleşiyoruz 'Canan’la. Annelik öğrenilen bir şey. Roller kendimizle de yüzleştirir bizi. Bir hesaplaşmanın içine itti beni Canan karakteri. Bu dizinin ve tüm rollerin seyircide de böyle bir etkisi oldu. Yüzleşme… Seyirci için de iyi bir şey aynı zamanda. İyileştirici bir yanı da var dizi izlerken hesaplaşmanın.

Sizi bir yapımda rol almaya yönlendiren ana unsurlar nelerdir?

Televizyonda ben yapımcının vizyonuna ve gücüne çok inanırım. Ay Yapım’la daha önce “Analar ve Anneler” projesinde çalışmıştım, şimdi de “Oğlum”. Sıralamam gerekirse önce senaryo tabii ki, sonra yapımcı, cast ve yönetmen.

Oyunculuk çocukluk yıllarınızdan gelen bir arzunuz muydu?

Evet, çocukluk yıllarına dayanır...

İlk sahne deneyimizi bizimle paylaşabilir misiniz?

Lise son sınıfta coğrafya öğretmenimin teşvikiyle oynadığım “Oyun Bitti” oyunuyla ilk kez sahneye çıkmıştım. Çok heyecanlıydım ama bir yandan da çok mutlu olduğumu hatırlıyorum.

Uzun yıllardır hem tiyatroda, hem sinemada, hem de televizyonda izleyicinizle buluşuyorsunuz. Ama sizin için tiyatronun yerinin bambaşka olduğunu biliyoruz. Tiyatronun gönlünüzdeki yerini betimleyebilir misiniz?

Hayranı olduğum ünlü Rus yönetmen Tarkovsky sinemayı uçağa, tiyatroyu da kuşa benzetir. Bu benzetmeyi çok severim. Oyunculuk sanatını ilk tiyatroda deneyimledim. İlk göz ağrım. Seyirciyle karşılıklı gönüllü bir bağ kurmak çok anlamlı ve çok heyecan verici.

Tiyatro, sinema ve dizi oyunculuğunun farklı olduğunu dile getiriyorsunuz. Bizim için bunu biraz açabilir misiniz?

Tiyatroda oyuncunun, sinemada yönetmenin, televizyonda yapımcının gücüne ve yeteneğine inanıyorum.

Tiyatro oyuncuyu merkeze alan bir sanat.

Oyuncu, oyunun seyirciye iletiminde misyonu olan güçlü bir aracıdır. Kötü bir oyuncuyla iyi bir tiyatro oyunu yapamazsınız ama belki film çekebilirsiniz. Sinemada kötü oyuncu montajın ve yönetmenin gücüyle ödül bile alabilir. Tiyatroda kötü bir oyuncuyu izlemek işkencedir.

Diziler üç saat sürdüğü için bölüm yetiştirme telaşı ile çekiliyor. Zamanla yarışıyor dizi sektörü. Bu telaşın içinde iyi oyuncular için oyunculuk yapmak zor ama ünlü olmak isteyenler için çok kolay. Onlar “Ezberi yaptık, tipi de oturttuk mu tamam” kafasında oldukları için kolay geliyor.

Kariyerinize baktığımızda tiyatro, dizi ve sinemayı aynı anda ilerlettiğiniz dönemleriniz var. Bu süreçte birden fazla karakteri canlandırmak oyuncu için nasıl bir duygu?

Oyunculuk bir bütündür. Kameranın, tiyatronun kurallarını birbirine karıştırmamak gerekiyor. İyi organize olduğunuzda bazen olabiliyor ama olmasa daha iyi olur tabi. Benim dizi, film ve tiyatroyu aynı dönemde yaptığım çok oldu. 'Bugünün Saraylısı' dizisinde zengin kırgın, hüzünlü ve zarif bir kadın olan 'Üftade’yi, günün sonunda akşam 'Toz Bezi' filmindeki gecekonduda yaşayan ev işçisi Hatun’u oynamak kolay değildi tabii. Gün içinde iki farklı sınıftan kadını oynama halinin zorlukları vardı. Kışkırtıcı ve eğlenceliydi de zorluklarına rağmen.

Pandemi dönemindeki kısıtlamaların kalkmasıyla birlikte tiyatroya yoğun ilgi olduğu söyleniyor. Siz de 'Yaralarım Aşktandır' oyununuz ile sahnedeniz. Oyununuzdan bahsedebilir misiniz?

Aslında pandemi öncesi çok büyük bir ilgi oluşmuştu. Tam anlamıyla o ilgiyi yakalamış değiliz. Ekonomik sebepler çok belirleyici artık. Yoksulluk alım gücünü çok etkiliyor. Nitelikli ve uygun fiyata bilet satışı yapan tiyatroların seyirci kitlesi yoksulluk sınırında yaşıyor ve tabii ki salonlar eskisi kadar dolu değil. Bir yandan da fahiş fiyatlara bilet satıp, niteliği tartışılır oyunların biletleri tükeniyor. Seyirci ve tiyatrolar ikiye bölünmüş durumda. Yoksulların tiyatrosu, zenginlerin tiyatrosu.

Ne yazık ki eşitsiz, adaletsiz kültür politikaları sonucu sınıf farkı yaratıldı seyircide ve oyunlarda. Tiyatronun zenginliği oyunun niteliğindedir. Tiyatrodan zengin olmak isteyenler çoğaldı.400 TL’ye bilet satan yeni tiyatro girişimcilerinin salonlarının dolu olması düşündürücü. Bazı oyunlar yeteneği olmayan ünlülere kurban ediliyor. Karışık ve garip bir dönem.

'Yaralarım Aşktandır' çok iyi gidiyor. Herkes izleyebilsin diye bilet fiyatlarını makul tuttum. Seyirciyle buluştukça oynadıkça kendini duyuran bir oyun oldu. Şebnem İşigüzel’in kaleminin gücü, Berfin Zenderlioğlu’nun etkili rejisi Furuğ Furuğzad’a farklı bir bakış sunuyor. Kadınlara cesaret veren bir yaşam öyküsü var oyunumuzun.

Pandemide sahnelerden ayrı kaldığınız dönemde neler hissettiniz?

Dünyanın sonuna geldiğimizi düşündüren bir dönem yaşadık. Hayat durdu hepimiz için. Durduk ve düşünmek için çok vaktimiz oldu. 'Bir Zamanlar Çukurova' dizisi için bir sezon Adana-Urla arasında gidip geldim. Pandemiyi çalışarak geçirenlerdenim. Tiyatro yapamamak, tiyatroların kapılarına kilit vurması canımı çok sıktı. Bu ülkede gücünü sermayeden almayan bağımsız, nitelikli tiyatroların işi çok zor.

Şimdiye kadar pek çok karakterle izleyici karşısına çıktınız. Sizde yeri başka olan 'keşke o rolü daha da sürdürebilseydim' dediğiniz bir karakter var mı?

Bugüne kadar çalıştığım bütün karakterler benim seçimimdi ve severek oynadım. Bazılarını özlüyorum tabii.

'Kayıp Şehir’in 'Meryem’i mesela. Çok sevdiğim bir diziydi ne yazık ki kısa sürdü o iş. Çocukların annesi 'Meryem’i doyamadım oynamaya. Saçımdaki beyazla oynamak istemiştim 'Meryem’i. Dizi bittiğinde uzun süre beyazlarımı boyayamadım.

'Fazilet Hanım’ın hikayesine hiç girilmeden 50 bölümde bitti. Başrol oynuyorsunuz ve hikayeniz yazılmıyor. 50 bölüm hikayemin yazılmasını bekledim. Tuhaf bir durumdu benim için. Yine de en çok sevilen, yurt dışına satılan, seyircide iz bırakan bir dizi ve rol oldu.

Eşiniz de (Ercan Kesal) sizin gibi oyuncu. Oğlunuz bu durumdan etkileniyor mu? Yani oyuncu olma arzusu var mı?

Poyraz yaşı gereği biraz kararsız bir dönemden geçiyor. Basketbolcu olacak derken ani bir kararla bıraktı sporu. Şimdi sırasıyla oyuncu, yazar, müzisyen olmak istediğini söylüyor. Bakalım yaşayıp göreceğiz... Biz de merak ediyoruz.